mevlana yunus emre hacı bektaş veli sözleri

sözleriderin bilgeliğine işaret eder: Hararet nardadır, sacda değildir. Keramet baştadır, taçta değildir. Her ne ararsan kendinde ara. Kudüs'de Mekke'de Hac'da değildir. Benim üç dostum vardır. Öldüğümde birisi evde kalır, birisi yolda ve birisi benimle gelir. Evde kalan malımdır, yolda kalan YunusEmre'de İnsan ve Unsurları By Bayram Dalkılıç İSLÂM TARİHİNDE BİRLİKTE YAŞAMA AHLÂKINA TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN KATKISI (HACI BEKTÂŞ-I VELÎ, MEVLÂN ve YÛNUS EMRE’DEN ÖRNEKLER) THE CONTRIBUTION OF MYSTICISM THOUGHT TO THE MORALITY OF LIVING TOGETHER IN ISLAMIC HISTORY (EXAMPLES FROM MEVLÂNÂ, YÛNUS EMRE AND HACI nama nama habib di indonesia beserta fotonya. SEVGİ HOŞGÖRÜ VE TOPLUMSAL BARIŞ Erol ÖZDEMİR[*] Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun hemen öncesinde yaşayan Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre’nin biyografileri incelendiğinde sevgi, hoşgörü ve barış kavramlarıyla bağdaştıkları görülmektedir. Ansiklopedilere göre Mevlana; 1207-1273 yılları arasında Malatya, Erzincan, Akşehir, Karaman ve son olarak Konya’da, Hacı Bektaş Veli; 1210-1271 yılları arasında Sivas, Amasya, Sulucakarahöyük ve son olarak Nevşehir Hacıbektaş’ta, Yunus Emre; 1240-1320 yılları arasında Erzurum, Sivas, Karaman, Afyon, Bursa, Isparta ve Porsuk çayının Sakarya nehrine döküldüğü Sarıköy’de yaşamıştır. Ahmet Yesevi ve Taptuk Emre gibi, onlar da, iletişimin ve ulaşımın iyi düzeyde olmadığı o yıllarda, Anadolu’nun bir çok bölgesinde bulunmuşlar ve sevgi tohumlarını yerleştirmişlerdir. Zira onların yaşadığı yıllarda Moğol ordularının saldırıları sonucunda Anadolu’da düzen bozulmuş, insanlar umutsuzluğa kapılmışlardır. Anadolu’da böylesine siyasal çalkantılardan sonra ortaya çıkan ve “Gel, ne olursan ol, yine gel” diyen Mevlana’yı, “İncinsen de incitme” diyen Hacı Bektaş Veli’yi ve “Yaratılanı sev, yaratandan ötürü” diyen Yunus Emre’yi bugünkü Türk toplumu, hatta tüm dünya tanımaktadır. Sadece bu özdeyişler, onların kimliğini en yalın anlamıyla göstermeye yeterli gelebilmektedir. Onlar ki, insanların mutlu olabilmesi için lazım gelen dostluğu ve güzellikleri ön plana çıkarmışlar, yaşadıkları dönemin mevcut iletişim olanaklarını kullanarak çevrelerini etkilemişlerdir. Bazen halkın ayağına gitmişler, bazen halk onları dinlemek için gelmiştir. Yazdıkları şiirler en etkili ve kalıcı olanlardır. Tema olarak, en çok insan sevgisini işlemişlerdir. Aslında “sevgi” kavramını o kadar öne çıkarmışlardır ki, felsefeleri, tüm canlı ve cansızlara karşı sevgi ve saygı gösterme temeline dayanır. Ayrıca “iyilik” kavramı, onlarla ön plana çıkartılmıştır. Kötülük olmasa iyilikten, iyilik olmasa kötülükten söz edilemeyeceği dile getirilmiştir. İyiliğin değerinin, ancak kötülüğün varlığı ile anlaşılabileceği ortaya konmuştur. Yine Tanrı ve aşkı konu edinmişler ve sevgilerini tasavvufi şiirlerle anlatmışlardır. Onları bugünlere kadar taşıyan en önemli yanları; en derin düşünceleri, en ince duyguları kolaylıkla dile getirebilme özelliklerine sahip oluşlarıdır. Hiçbir zaman yönetime ve siyasal yapıya müdahale yönüne gitmemişlerdir. O görevlerde bulunanların da bir insan olduğunu göz önünde bulundurarak yalnız ve yalnız sevgiyi, saygıyı, iyilik ve doğruluğu anlatmışlardır. Bu kavramların olduğu toplumlarda çekişme ve çatışmanın da olmayacağına inanmışlardır. Nitekim yaşadıkları dönemin hemen arkasından 1299 yılında Osmanlı Devletinin kurulduğunu görüyoruz. Kendileri gibi, gerek onların hocaları, gerekse öğrencileri döneme o denli damgalarını vurmuşlardır ki dünya güzellikleri ile dolu ortamda Osmanlı İmparatorluğu büyük bir hızla “yükselme dönemine” girmiştir. 1500’lü yıllarda Batı’da, Rönesans ve Reform hareketleri ile belirgin bir düzeyde gelişme görülmüş, Osmanlı İmparatorluğu çeşitli nedenlerle bu gelişmeye ayak uyduramamıştır. Konumuzla ilgili şu kadarı söylenebilir ki, yükselme dönemindeki sevgi, saygı, doğruluk kavramları unutulmaya yüz tutmuş, toplumumuza sonradan empoze edilen tespihle tembellik başlamış, küfürle diyaloglar bozulmuştur. Bunun sonucu olarak 1299’da kurulan ve hızla yükselme sürecinde bulunan Osmanlı Devleti 1699’larda duraklama, 1799’larda da gerileme dönemine girmiştir. Ama ne var ki, 1899’larda harp okuluna Mustafa Kemal’i kazandıran Türk ulusu, O’nun askeri dehası ve üstün dünya görüşüyle, yıkılan imparatorluğun yerine yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur. 1999’lar sonrası için ise gelecek Türkiye’nindir. İki dünya savaşının sancılarını taşıyan Türkiye için, sadece savaşlarla değil, içerde de sıkıntılarla geçmiştir. Birinci dünya savaşının ardından 1929 yılında Avrupa’da başlayan dünya ekonomik krizi, 1930’larda ülkemizi derinden sarsmıştır. Her ne kadar ikinci dünya savaşına cephede katılmamışsak da ülke halkı, sanki savaşılıyormuşçasına aynı sıkıntıya katlanmak zorunda kalmıştır. Öğrenci ve işçi kesimi, 1970’lerden itibaren kendilerini sağ sol çatışmaları içinde bulmuşlar, bu çatışmalarda savaştan çok insanımız kaybedilmiştir. Sünni alevi çatışmaları, ayrıca laik-antilaik kavgaları, en acıklısı 15 yıl süreyle devam eden ve 35 bin insanımızın kaybına yol açan bölücü terör belası hep bu dönemin sancıları olmuştur. Öyle ya da böyle, bu karanlık günlerimiz, tarih sayfalarındaki yerini alacaktır. Şimdi bize düşen görev; zararın neresinden dönülürse kardır’ mantığıyla hareket etmektir. Kötülükleri yok etmek için, anında etkisi olabilecek bir çözüm henüz icat edilememiştir. Sevgiyi, hoşgörüyü ve toplumsal barışı; yaşadıkları kuşaklara öğreten ve bu konuda bizlere sayısız eserler bırakan ünlü gönül adamlarımızı yeniden hatırlamak, onları yeniden gündemimize almak en isabetli yol olacaktır. Günümüzde onlar gibi, insan ilişkilerini ön plana çıkaran ve iyi iletişim kurulmasıyla toplumsal sorunların en az düzeye ineceğini savlayan bir Doğan Cüceloğlu’muz ve Üstün Dökmen’imiz vardır. Onlar; savaştan, terörden, etnik çatışmalardan dolayı sevgi, saygı, iyilik ve doğruluk kavramlarını unutan insanımız için yeni bir Mevlana, yeni bir Hacı Bektaş Veli, yeni bir Yunus Emre gibidir. 1200’lü ve 1300’lü yıllarda, gönül adamlarımızın yaydıkları sevgi tohumları Osmanlıların yükselmesini nasıl tetiklemişse, her yaştan insanımızın gönlünü kazanan Doğan Cüceloğlu ve Üstün Dökmen, özellikle dinsel alanda Yaşar Nuri Öztürk de 2000’li yıllarda Türkiye’nin hızla gelişmesinde önemli rol oynayacaklardır. Yüzyıllardan beri varlığını sürdüren asil Türk milleti bugün, içinde bulunduğu olumsuz koşullar nedeniyle bir türlü iç dünya güzelliklerini yakalayamamaktadır. Bir yabancının gözlemi bu varsayımı doğrular niteliktedir “Siz bir kapıdan geçerken, önceliği hep birbirinize verirsiniz. Ama trafikte hiç de öyle değilsiniz.” Yine bu konuyla ilgili ilginç bir yakıştırma ile de karşı karşıya bırakılırız “Misafirlerinize olduğundan fazla ikram yaparsınız. Ama iş icabı gelenlere bugün git, yarın gel’ dersiniz.” ATO Başkanı Sinan Aygün’ün, bir bilimsel toplantıda söyledikleri maalesef bu ifadelerle paralellik göstermektedir. “Türk insanının yarısı devletle, üçte biri birbirleriyle davalı durumdadır.” Bütün bunlar şu anlama da gelmektedir. Bizler birbirimize karşı güler yüzlü olmaya çalışıyormuş gibi yapıyoruz. Ama gerçek, hiç de öyle değil. Türk insanı ilk yarısını savaşlarla, ikinci yarısını da terör, ekonomik kriz ve bazı felaketlerle geçirdi. Adeta yüzü gülmeyen bir toplum olduk. Yaşadığımız kasvet, çevremizdeki güzellikleri görmemize engel oldu. Bize bu güzellikleri göstermeleri için, hep siyasetten medet umduk. Başta kendimize inanmadık. Çevremize güvenmedik. Sevgiyi unuttuk. Halbuki 700 yıl önce insan sevgisi, hatta canlı cansız her şeye sevgi ön plandaydı. Her şeyin bir “canı” olduğu ve incitilmemesi gerektiği vurgulanıyordu. Kılıç yarasının tedavi edilebileceği, ancak gönül yıkmanın telafisinin zor olduğu ifadesi, insana saygının güzel bir örneğidir. Yaratılanı sev, yaratandan ötürü denilirken, Tanrının himayesi altında insanların birbirlerini sevmeleri gerektiği dile getirilmiştir. “Gelin tanışık edelim, işin kolayını tutalım/ Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” derken ifade edilen “tanışıklık etmek”, “işi kolaylaştırmak”, “sevmek-sevilmek” ve “dünyadan göç etmek” kavramları insanoğlu için çok önemli anlamlar ifade etmektedir. Aslında günümüz insanları bu dört kavram üzerine yoğunlaşırsa 700 yıl önceki mesajın, o yıllarda yaşayan insanlar üzerindeki anlamını daha iyi kavrayacaktır. İki mısra ile koca bir yaşam özetlenmekte, çevreye sevgi ve barış kıvılcımları yayılmaktadır. “Ne olursan ol, gel” derken insanlar arası ayrımın olmadığı net bir tavırla sergilenmekte, konuyla ilgili tereddütler ortadan kalkmaktadır. Dilin, onun bunun aleyhinde oynatılmayacağı, yalan söylenmeyeceği, laf alıp götürmenin doğru olmadığı, kinin yürekte tutulmaması, fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olunmaması gerektiği hep o dönemin söylemleridir. “Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız” sözü, iç barışın sağlanması isteğini en güzel biçimde ifade etmektedir. İşte bu sevgi, hoşgörü ve barış kıvılcımlarıdır ki yaşanılan toplumda güzelliklere, bunun sonucu olarak da yeni bir imparatorluğun doğmasına ve yükselmesine yol açmıştır. Bugün kişiler arası iletişimi, sevgiyi, hoşgörüyü yeniden ele alan bir çok önemli bilim insanımızı, başta Doğan Cüceloğlu ve Üstün Dökmen’i, bu yolda bir ışık olarak görüyoruz. Kişiler arası ilişkilerde daha az problemin yaşandığı bir ortam yaratılması, dostluğun, hep bir adım önde tutulması, kin ve nefret yerine sevgi ve hoşgörünün boy göstermesi, keza bize bakan gözleri bizim de görmemiz, pişmanlıklar içinde yuvarlanmamız için gönül kırmama gereğimiz, ayrıca Üstün Dökmen hocamızın o muhteşem şiirinde belirtildiği gibi, yola çıkınca her sabah, bulutlara, taşlara, kuşlara, atlara, otlara ve de insanlara selam ver mesajı ile uyarılışımız; bizi hep güzellikler adresine götürmektedir. Anlamını yitiren bir yaşam için arayışa geçmenin gerekliliğini, arayış sonunda uyanışın mümkün olabileceğini, uyuyanın, uyuduğunu bilmezse, gördüğünün rüya olduğunu anlayamayacağını, bunun için anlamlı ve coşkulu bir yarın yaratmak için niyet etmenin şart olduğunu hep onlarla yeniden hatırlıyoruz. Kişinin kendi potansiyeline inanarak, kendisinden korkmadan, kendini gerçekleştirme yolunda yaşaması gerektiğinin farkına yine onlarla varıyoruz. Ayrıca, Yaşar Nuri Öztürk hocamızla dinimizi daha iyi öğreniyoruz. Din, insanlar için hava kadar gereklidir. Ama nedense hava kavramı için -belki kimya biliminden başka- pek söz edilmez. Ancak din konusunda -ilahiyatçı olsun olmasın- herkes bir şeyler söylemektedir. Bu durum, annenin tabak elinde sokakta çocuğunun ağzına bir lokma tıkıştırmasına benzemektedir. Oysa küçük de olsa aç çocuk, içgüdüsel olarak önüne getirilen yemeği yiyecektir. Dinin de bu şekilde empoze edilmesi toplumumuzda antipati yaratmaktadır. Her an soluduğumuz hava nasıl gündemimizde değilse, her an içimizde olan din duygusu da başkalarının gündeminden çıkarılmalıdır. Eğer olacaksa sadece konunun uzmanları olan ilahiyatçıların gündeminde olmalıdır. O öyle bir duygudur ki, onu arayan kendisi bulabilecektir. Kimse, kimsenin din amiri olmamalıdır. Üstün Dökmen hocamız, küçük çocuğun, koltuğun üzerine çıkma çabasını izleyen büyüklerin, hemen çocuğu tutarak koltuğa çıkarmalarını hatalı bulmaktadır. O’na göre çocuğu, hem kendi gayretiyle koltuğa çıkma mutluluğundan mahrum bırakıyoruz, hem de ilerisi için kendi ayakları üstünde durması konusunda yardımcı olmuyoruz. Bugün Eskişehir’de üniversite eğitimi gören kızını, akşamdan yetiştiremediği dersini tamamlaması için Ankara’da oturan annesinin sabah saat altı buçukta telefonla uyandırması sadece bir dayanışma olarak açıklanabilir mi? Bu genç, bütün yaşamını birilerinin yönlendirmesiyle mi sürdürecek? Din konusu da böyledir. Kişi, din duygularını doya doya kendisi tatmalıdır. Başkaları tarafından empoze edilirse antipati yaratabilir. Bu nedenle yetkisiz kişilerin gündeminden çıkarılmalı ve onun getireceği güzellikleri insanlarımız bizzat duyarak yaşamalıdır. “Ben yaşadıkça Kuran’ın bendesiyim/ Ben ayağının tozuyum” diyen Mevlana, dinsel sevgisini adres göstererek ifade etmekte, “Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini” diyerek öğüt vermekte ve “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyerek bu konudaki fikirlerinin altına imzasını koymaktadır. Yunus Emre’ye göre kendini seven Tanrıyı, Tanrıyı seven de kendini sever. Çünkü sevgi kendini başkasında, başkasını kendinde bulmaktır. Sevginin olmadığı yerde, öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Hacı Bektaş Veli’ye göre kişi, ilahi bir özle donatılmıştır. O’na göre sevgi, insanı olgunlaştıran bir öğedir ve Tanrıya ancak sevgiyle ulaşılır. Dün onlarla sevilen din, bugün Yaşar Nuri Öztürk ve öteki otoritelerce sevilmekte ve daha iyi tanıtılmaktadır. Dün onlarla kurulan dostluk köprüleri, bugün Doğan Cüceloğlu, Üstün Dökmen ve bu konuda çalışmalarıyla her geçen gün insanlarımıza ışık olan gönül dostlarıyla yeniden atılmaktadır. Onlar ki sevgiyi, hoşgörüyü ve barışık yaşamayı; kendilerine özgü sevecen üsluplarıyla evlerimize kadar gelerek aktarma lütfunda bulunmaktadırlar. İyi ki varlar. Türkiye şimdi yeni bir “yükselme dönemi” arifesindedir. Moğol ordularının saldırıları karşısında zor durumda kalan Anadolu’da nasıl umutsuzluk yerine umut, kin yerine sevgi, savaş yerine barış, düşmanlık yerine kardeşlik tohumları atılmış ve dostluk galip gelmişse, bugünün Türkiye’sinde de savaşların, ekonomik krizlerin, terörün, iç çatışmaların, bölücü unsurların karşısında yine dostluk galip gelecektir. Bu özgüveni artık kendimizde görüyoruz ve son söz olarak Dale Carnegie’ye kulak veriyoruz “Yıllar önce Kuzeybatı Missouri’de orman yolunda çıplak ayakla köy yoluna giden bir çocukken güneş ve rüzgar hakkında bir masal okumuştum. Güneş ile rüzgar hangisinin daha güçlü olduğu konusunda tartışırlar ve rüzgar, “sana benim daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım” der. “Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun, hani şu üstünde palto olan adamı. Bahse girerim o paltoyu üstünden senden çok daha çabuk alabilirim”. Bu denemeye razı olan güneş bir bulutun arkasına gizlenir ve rüzgar bir fırtına gücüyle esmeye başlar. Ancak rüzgar şiddetini ne kadar arttırırsa yaşlı adam da paltosuna o kadar sarınır. Sonunda rüzgar pes edip durulur ve güneş bulutların arkasından çıkarak yaşlı adama sıcacık gülümser. Bunu gören yaşlı adamın yüzünde bir hoşnutluk ifadesi belirir ve paltosunu çıkarır. İddiayı kazanan güneş rüzgara, “dostluk ve nazikliktir” der, “her zaman haşinlik ve zorbalıktan daha güçlü olan.” O halde biz de başlayalım mı? En az üç kişiye selam vererek... İyi günler dileyerek... Hal hatır sorarak... Ve de her yeni günün başlangıcında; “Dün kendim ve başkaları için iyi, güzel, faydalı ne yaptım” diye kendimizi sorgulayarak... En güzel mevlana sözleri,mevlana özlü sözleri,ünlü mevlana sözleri,özlü sözler mevlana yunus emre,şems sözleri, mevlana sözleri suskunluğum asaletimdendir,mevlananın 7 öğüdü,yunus emrenin sözleri,hacı bektaş veli sözleri,mevlana resimli sözler, mevlana sözleri görselleri sizlere mevlana hazretlerinin söylemiş olduğu resimleri bu yazımızda hazırladık. Resimli mevlana sözleri Mevlana sözleri Mevlana sözleri Mevlana sözleri Mevlana sözleri Mevlana sözleri Mevlana sözleri Mevlana sözleri Mevlana dua ile ilgili sözleri Mevlana hayat ile ilgili sözleri Mevlana iyi dost ile ilgili sözleri Mevlana bozuk olunca maya ne ar tanır ne haya Mevlana suskunluk ile ilgili sözleri Mevlana sözleri indir Güneş herkesin üstüne eşit doğar ama gül başkaçöp başka kokar Mevlananın Diğer Sözleri Ünlü Mevlana Sözleri Mevlananın 25 Resimli En iyi Sözü Mevlana Sözleri 2016 Mevlananın çok Değerli sözleri Resimli Mevlana sözleri Mevlananın özlü sözleri iyilik ile ilgili mevlana sözleri Mevlananın kendine Hayran biraktiran sözleri Mevlanadan düşündüren Sözleri Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli’nin hangi tarikata mensup oldukları konusu, akademik araştırmalardan uzak çevrelerce genellikle Hacı Bektaş’ı konu olan Vilayetname’deki menkıbelerden yola çıkılarak kısa yoldan ve yeterince araştırılmadan neticeye bağlanmaktadır. Bu eserde Hacı Bektaş ya doğrudan ya da Lokman Perende isimli meçhul bir şahıs vasıtasıyla Ahmed Yesevi’nin mürit ve halifesi olarak gösterilmekte, Yunus Emre de Tapduk Emre vasıtasıyla Hacı Bektaş’ın yolunda bir sufi olarak kabul edilegelmektedir. Ancak Vilayetname’den daha eski ve daha güvenilir kaynakları inceleyen akademisyenler durumun böyle olmadığının farkındadırlar. Ayrıca müellifi meçhul olan ancak Uzun Firdevsi tarafından yazıldığı tahmin edilen bu Vilayetname, XVI. asırda yani tarihen geç döneme ait olmasına ek olarak, Anadolu’daki birçok meşhur mutasavvıfı Hacı Bektaş’a mürit gibi gösterme gayretiyle üretilmiş menkıbelerle doludur. Dolayısıyla tasavvuf tarihi araştırmalarında kullanılırken çok dikkatli olunmalı ve daha eski kaynaklar ihmal edilmemelidir. Bu yazıda, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli’nin tarikat silsileleri farklı ve muteber kaynaklar ışığında, akademik detaylara girilmeden, herkesin anlayabileceği sade bir üslupla ele alınacaktır. Yûnus Emre’nin Tarîkat Silsilesi Yunus Emre’nin şeyhi, Tapduk Emre’dir. Bazı kaynaklara göre Tapduk Emre bir Kādiri şeyhidir.1 Bazı kaynaklara göre Buharalı Şeyh Sinan isminde bir zatın mürit ve halifesidir.2 Bazı kaynaklara göre Evhaduddin Kirmani’nin müridi,3 bazı kaynaklara göre ise Barak Baba’nın mürit ve halifesidir. Yunus Emre’nin bir şiirindeki Yunus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasibÇün gönülden cuş kıldı ben nice pinhan alam.4 ifadeleri onun silsilesi hakkında bilgi vermekte, Tapduk Emre’nin şeyhinin Barak Baba olduğunu ifade etmektedir.5 Barak Baba Tokat yakınlarındaki bir köyde doğmuş, farklı şehirlerde bulunduktan sonra 707 1307 tarihinde gittiği İran’da öldürülmüş olup kabri Zencan eyaletindeki Sultaniye’dedir.6 Balıkesir’in Bigadic ilçesinin İğciler köyünde de bir Barak Baba türbesi vardır. Bu durum, tarihte Barak Baba isminde birden çok şahsın yaşamış ve bunların hayat hikayelerinin birbirine karışmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Barak Baba’nın şeyhi Sarı Saltuk’tur. Nitekim Barak Baba şathiye tarzındaki sözlerinde “Heyhate heyhut, Saltuk Ata, miskin Barak” sözleriyle şeyhinin Sarı Saltuk olduğunu ifade etmiştir.7 Sarı Saltuk Anadolu’dan Balkanlar’a göç etmiş ve 697 1297 senesinde muhtemelen bugün Romanya’nın Dobruca bölgesindeki Babadağ kasabasında vefat etmiştir. Birçok yerde makam kabirleri vardır.8 Saltukname isimli esere göre, Sarı Saltuk’un Osman Gazi’ye söylediği şu sözler, onun karakterini ve din anlayışını ortaya koymaktadır “Ulema ve sulehayı sevün, rağbet idün ve şeriate boyun tutun, ilm u ibadete şuru’ eylen… Ve bu Hanefi mezhebin daim gözet ki cemi’ mezhebun akdem ve akvası ve pakidur.”9 Sarı Saltuk’un şeyhi Mahmud Hayrani’dir o. 667/1269.10 Mahmud Hayrani Konya yakınlarındaki Akşehir’de yaşamış ve orada vefat etmiştir. İbnu’s-Serrac’ın o. 747/1346 Tuffahu’l-ervah ve Ebu Bekr el-Ayderus’un o. 914/1508 en-Necmu’s-sa’i isimli eserlerine göre Mahmud Hayrani’nin şeyhi Ahmed er-Rifai’dir o. 578/1182. Bu kaynaklardan en-Necmu’ssa’i’de Mahmud Hayrani’nin Rum yani Anadolu’dan Irak bölgesindeki Ümmü Abide’ye gittiği, orada Ahmed er-Rifai’ye intisap ile on iki sene hizmet ettiği, sekr ve vecd ehli olduğu, sonra icazet alıp Anadolu’ya döndüğü, Anadolu’da Sarı Saltuk’un kendisine intisap ettiği anlatılır.11 Ancak Ahmed er-Rifai’nin vefat tarihi h. 578, Mahmud Hayrani’nin vefat tarihi ise h. 667’dir. Yani Rifai’nin vefatından sonra Hayrani’nin yaklaşık 90 yıl daha yaşamış olması gerekir ki zor bir ihtimaldir. Bu problemi çözen kaynak ise İbnu’s-Serrac’ın Tuffahu’l-ervah’ıdır. 715’te 1315 kaleme alınan bu oldukça eski ve güvenilir kaynakta şu bilgiler yer alır “Bil ki, Şeyh Mahmud Hayrani Ümmü Abide’ye gitti. Efendimiz Sultanu’larifin Seyyidu’s-sıddikin Ahmed b. Ebi’l-Hasen er-Rifai’nin Allah nurunu takdis etsin, mezarını nurlandırsın türbesinin karşısında durdu. Bu bekleyiş, kendisine seçkin bir hal açılıncaya, bol nasip ve pak talih gelinceye kadar, ikisinin arasında vasıtasız bir şekilde sürdü. Ahmed er-Rifai’nin hasetcilerin ve muhaliflerin öfkesine rağmen Allah onun şanını yüceltsin şerefli revakında dergahında vaktin sahibi şeyhi de vardı. Şurası aşikardır ki, efendimiz Şemseddin Ahmed el-Musta’cil zamanının gavsıydı. Şeyh Mahmud Hayrani’nin veliliğe ulaştığı ve keramet nurlarının yayıldığı zaman Şeyh el- Musta’cil ona bir adam gönderdi. Adam şeyhe şöyle dedi “Nasibinden bize ne bıraktın?” Şeyh cevaben “Dörtte bir” veya bu anlamda bir söz söyledi. Denilir ki; “Şayet böyle demeseydi nasibinin hepsi gidecekti.” Şeyh Mahmud onun halini kesin olarak kabul etti ve şeyhte iyi tesirler bıraktı. Sonra Şeyh Saltuk onun yoldaşı oldu, ondan nasibini aldı ve zamanının seçkinlerinden oldu. Küffar diyarında büyük yol kat etti. Orada çeşitli gruplar kendisine teslim oldu. Allah onun sayesinde pek çok insana hidayet verdi.”12 Bu paragraftan anlaşıldığına göre Mahmud Hayrani tasavvufi eğitimini Ahmed er-Rifai’den Uveysi yolla almıştır.13 Hayrani, Irak’taki Ümmü Abide’ye gittiğinde Ahmed er-Rifai vefat etmişti ve dergâhta muhtemelen Şemseddin Ahmed Musta’cil postnişin idi.14 Hayrani, Rifai’nin türbesinde Üveysi yolla ondan feyz aldığı gibi, anlaşılan o dönemde şeyh olan Musta’cil’den de zahiren istifade etmiş ve manevi halini ona onaylatmıştır. Netice itibariyle Mahmud Hayrani Anadolu’ya döndüğünde artık bir Rifai şeyhidir. Mahmud Hayrani’nin torunu Seyyid Ali’nin İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan mezar sandukasının envanter numarası 194 ayak tarafındaki kitabede mealen “Bu temiz türbe, sa’id, şehid, Rifai Mahmud’un oğlu Muhammed’in oğlu Seyyid Ali’nindir” ifadelerinin yer alması, Mahmud Hayrani’nin Rifai olduğuna başka bir delildir.15 Sarı Saltuk da Anadolu’da Hayrani’ye mürit olmuştur. Sarı Saltuk’un müridi, Barak Baba, Barak Baba’nın müridi Tapduk Emre, Tapduk Emre’nin müridi de Yunus Emre’dir. Yani Yunus Emre bir Rifai tarikatı mensubudur ve silsilesi şoyledir Ahmed er-Rifa’i Üveysi yollaŞemseddin Ahmed el-Musta’cilMahmud HayraniSarı SaltukBarak BabaTapduk EmreYunus Emre. Selçuklu devletinin son dönemleri ile Osmanlı devletinin başlangıç yıllarında Anadolu’da Rifai derviş ve şeyhlerinin bulunduğu bilinmektedir. Bu şeyhlerden biri Ahmed Kûçek er-Rifai idi.16 Rifaiyye’nin kurucusu olan Ahmed er-Rifai ise o dönemlerde muhtemelen bu şahısla karıştırılmasın diye “Ahmed Kebir” diye anılıyordu. Yunus Emre de bir şiirinde “Ahmed Kebir” adıyla Seyyid Ahmed er-Rifai’yi şöyle yâd etmiştir “Ol Seyyid Ahmed Kebir müyesserdi ana nurIyalleri cümle şir ol hulkı merdan kanı.”17 Hacı Bektaş Velî’nin Tarîkat Silsilesi Vilayetname gibi bazı kaynaklarda Bektaşiyye tarikatının piri Hacı Bektaş-ı Veli’nin o. 669/1271, Ahmed Yesevi’nin mürit ve halifelerinden biri olduğu ya da Yesevi’nin talebesi olduğu iddia edilen Lokman Perende’nin müridi olduğu kaydedilmiştir.18 Ahmed Eflaki’nin o. 761/1360 Menakıbu’larifin ve Aşıkpaşazade’nin o. 889/1484’ten sonra Tarih’i gibi daha eski ve muteber kaynaklarda ise Hacı Bektaş, Anadolu Selçuklu Devleti aleyhine ekonomik sebeplerle bir isyan tertipleyen ve 637 1240 senesinde idam edilen Baba Rasul namıyla meşhur Vefai şeyhi Baba İlyas-ı Horasani’nin müridi ve halifesidir.19 Baba İlyas’ın başlattığı Babailer isyanına katılmayıp inzivaya çekildiği anlaşılan Hacı Bektaş sonraları tarikat faaliyetine başlamıştır. Ancak görülen o ki, bu dönemde devletin ve toplumun tepkisinden çekinen ilk donem Bektaşileri, tarikat silsilelerinin isyanın lideri olan Baba İlyas yoluyla Vefaiyye tarikatına bağlandığını söylemekten kaçınıp Hacı Bektaş’ın Ahmed Yesevi’nin halifesi olduğunu iddia etmiş, böylece hem isyan töhmetinden uzak kalmayı hem de Yesevi’nin şöhretinden istifade etmeyi hedeflemiş olmalıdırlar. Bu sözlü propaganda zamanla semeresini verip sonraki döneme ait yazılı kaynaklara da intikal etmiştir. Vilayet-name’yi neşre hazırlayan Abdulbaki Gölpınarlı’nın eserin sonuna eklediği açıklamalar bölümündeki şu cümleleri, onun da bu kanaatte olduğunu göstermektedir Öte yandan Babailer isyanının mezhebi ve meşrebi kaygılarla değil, ekonomik ve siyasi sebeplerle oluştuğunu vurgulamak gerekir.21 Çünkü Babailer ve ilk donemdeki Bektaşiler’in Sünni olduğu anlaşılmaktadır. 22 Hacı Bektaş’ın Makalat’ı ile Baba İlyas’ın torunu Aşık Paşa’nın Ö. 733/1332 Garibname isimli eserleri bunun en açık delilidir. Şunu da belirtmek gerekir ki, Hacı Bektaş Veli 669 1271 senesinde vefat etmiştir. Ahmed Yesevi’nin vefat tarihi olarak ise 562 1166 senesi kabul edilmektedir. Yani bu iki mutasavvıf arasında bir asırlık zaman farkı vardır ve görüşmeleri tarihen imkansız gibidir. Bu tarih problemini aşmak için araya Lokman Perende isminin yerleştirilmiş olması da muhtemeldir. Öte yandan Hacı Bektaş’ın gerçek şeyhi olan Baba İlyas’ın mürit ve halifelerinden birinin ismi de Lokman Baba’dır. Amasya Tarihi isimli kaynağa göre Hacı Bektaş Veli, bu Lokman Baba’nın mürit ve halifesidir.23 Hacı Bektaş, şeyhi Baba İlyas’ın vefatından sonra Lokman Baba’dan da feyz almış olabilir. Zamanla gerçek tarih unutulup efsanevi menkıbeler üretilirken bu Lokman Baba, Lokman Perende adıyla Ahmed Yesevi ile Hacı Bektaş arasındaki tarihi boşluğu doldurmak için yerleştirilmiş olabilir. Bu konuda Fuat Köprülü yaklaşık bir asır önce şöyle yazmıştı “Bektaşilikle Yesevilik arasında hiçbir hakiki bağ mevcud değildir.”24 Bu konuda yapılan son araştırmalar, Köprülü’yu destekler mahiyettedir.25 Takıyyuddin Abdurrahman el-Vasıti’ye o. 744/1343 nisbetle neşredilen Tiryaku’l-muhibbin isimli eserde Hacı Bektaş, Ahmed Yesevi’nin müridi olarak gösterilmiş ise de, 26 bu matbu eserin gerçek Tiryaku’l-muhibbin olmadığı, gerçeğinin henüz Paris’te yazma halinde 27 ve matbudan oldukça farklı olduğu anlaşılmıştır.28 Muteber kaynaklara göre Hacı Bektaş’ın şeyhi Baba İlyas Horasani’dir. Baba İlyas’ın şeyhi de Mardin Dedeköy’de medfun olan Dede Garkın’dır. Dede Garkın, Bağdat’ta Kürt asıllı bir mutasavvıf olan Tacu’l-arifin Ebu’l- Vefa Bağdadi o. 501/1107 29 tarafından kurulup zamanla kuzey Irak ve Anadolu’ya yayılan Vefaiyye tarikatının bir şeyhidir.30 Dede Garkın ile Ebu’l-Vefa Bağdadi arasında yaklaşık bir asır zaman vardır. Bu süre içinde Vefaiyye tarikatı silsilesinde birkac şeyh daha gecmiş olmalıdır. Ancak onların isimleri kaynaklarda kayıtlı değildir. Bu durumda Hacı Bektaş’ın silsilesi şöyle olmaktadır Ebu’l-Vefa Bağdadi … Dede Garkın Baba İlyas Horasani Hacı Bektaş Veli. Netice olarak Bektaşiliğin Yeseviyye ile silsile yönünden bir alakasının olmadığı ve Irak’ta kurulan Vefaiyye’nin bir kolu durumunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Yunus Emre’nin silsilesi de Rifaiyye tarikatına ulaşmaktadır. Yani muteber kaynaklara göre Yunus Emre Rifai, Hacı Bektaş Vefai’dir. Kaynakça Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakultesi ntosun 1 Bk. Mehmed Rif’at Kadiri, Nefhatu’r-riyazi’l-aliye fi beyani tarikati’l-Kadiriyye, Millet Ktp., Ali Emiri Şer’iyye, no 1127, vr. 275b-276a; Adalet Cakır, Abdulkādir-i Geylani ve Kadirilik, İstanbul İSAM Yay., 2012, s. 923-925. 2 Fuad Koprulu, Turk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981, s. 266-267. 3 Mikail Bayram, “Anadolu Selcukluları Zamanında Evhadi Dervişler”, Türkler, ed. H. Celal Güzel ve dğr., Ankara Yeni Turkiye Yay., 2002, VII, 323-324. 4 Yunus Emre, Divan – Risaletu’n-nushiyye, nşr. Mustafa Tatcı, İstanbul H Yay., 2011, s. 218. 5 Ayrıca bk. Haşim Şahin, “Tapduk Emre”, DİA, XL, 12-13. 6 Barak Baba için bk. Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1992, s. 17-26; Ahmet Yaşar Ocak, “Barak Baba”, DİA, V, 61-62. 7 Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, s. 265. 8 Sarı Saltuk için bk. Gölpınarlı, age, s. 27-41; Machiel Kiel, “Sarı Saltuk”, DİA, XXXVI, 147- 150. 9 Ebu’l-Hayr-ı Rumi, Saltuk-Name, nşr. Şükrü Haluk Akalın, Ankara 1990, III, 273. 10 Mahmud Hayrani hakkında bk. Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, s. 37, 45- 46; Ethem Cebecioğlu, “Mahmud-ı Hayrani”, DİA, XXVII, 367-368. İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’nde 193 envanter numarasıyla kayıtlı olan Mahmud Hayrani’nin mezar sandukasındaki yazıda babasının isminin Mesud olduğu belirtilmiştir. Ebu’l-Hayr Rumi’nin Saltuknane’sinde de Sarı Saltuk’un Seyyid Mahmud-i Hayran’a intisap edip dört terkli tac giydiği anlatılır. 11 Ebu Bekr b. Abdullah el-Ayderus, en-Necmu’s-sai fi menakıbi’l-kutbi’l-kebir er-Rifai, nşr. Ali Hasan el-Ariz, Kāhire 2009, s. 34-37. Aynı bilgiler icin ayrıca bk. Abdullah Çakır, El Yazması İki Menakıb-ı Seyyid Ahmed er-Rifai –İnceleme ve Karşılaştırma–, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, MUSBE, İstanbul 2007, s. 107-108, 215-216. 12 İbnu’s-Serrac Muhammed b. Ali ed-Dımaşki, Tuffahu’l-ervah ve miftahu’l-irbah, ABD Princeton University Library Gift of Robert Garrett, eski no 97 yeni no 1127Y, vr. 198b-199a; Mehmet Saffet Sarıkaya, Mehmet Necmettin Bardakçı ve Nejdet Gurkan, İbnu’s-Serrac’ın Eserleri Çerçevesinde XIII. Yüzyılda Güneydoğu Anadolu’da Dini-Tasavvufi Hayat, Isparta 2012 Yayımlanmamış Çalışma, s. 246. Metnin tercümesi bu çalışmadan alınmıştır. Henüz yayınlanmayan bu çalışmadan istifade etmemiz için bir kopya gönderen üç araştırmacı dostumuza müteşekkirim. 13 Üveysilik bir kişinin zahiren görmediği bir zattan rüya gibi manevi yollarla eğitim almasıdır. Bk. Necdet Tosun, “Uveysilik”, DİA, XLII, 400-401. 14 Şemseddin Ahmed ismindeki bu zat, Ahmed er-Rifai dergahının dördüncü postnişini olan Şemseddin Muhammed b. Abdurrahim’in o. 619/1222 oğlu olan Şemseddin Ahmed olmalıdır. Bk. İzzeddin Ebu’l-Abbas Ahmed el-Farusi, er-Reşehatu’l-haseniyye ale’n-Nefhati’l-miskiyye, nşr. Şerefuddin Hasan, Dımaşk 1999, s. 213. Rifai dergahının Ahmed er-Rifai’den sonraki ilk üç postnişini şunlardır Seyyid Ali b. Osman, Seyyid Abdurrahim, Seyyid İbrahim Azeb. Bk. Hacı Husam İbrahim el-Kazeruni, Şifau’l-eskam fi sireti Gavsi’l-enam Ahmed er-Rifai Menkıbeleri, trc. Nurettin Bayburtlugil-Necdet Tosun, İstanbul Gelenek Yay., 2004, s. 15, 137-159. İbnu’s-Serrac’ın tarikat silsilesinde Şemseddin Ahmed Mustacil şöyle zikredilir Ahmed er- Rifai, Seyfeddin Ali b. Osman, Şeyh Abdurrahim, İbrahim Azeb, Şemseddin Muhammed b. Abdurrahim, Kutbuddin Ebu’l-Hasan Ali, Şeyh Necmeddin Ahmed b. Ali, Şeyh Şemseddin Mustacil Ahmed b. Muhammed. Bk. Mehmet Saffet Sarıkaya ve dğr., age, s. 10-11. 15 Metnin orijinali Arapça olarak şöyledir “Hâzihi türbetü’l-mutahhara li’s-said eş-şehid Seyyidi Ali b. Muhammed b. Mahmud er-Rifai”. Bu konuda ayrıca bk. Ali Kozan, “Turkiye Selcukluları Doneminde Akşehir’de Bir Sufi Seyyid Mahmud Hayrani ve Zaviyesi”, Vakıflar Dergisi, Aralık 2012, sayı 38, s. 43-64. 16 Bk. Sadi Bayram, “Samsun-Ladik ve Seyyid Ahmed-i Kebir Hazretleri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, sayı 5, 1990, s. 11-22. 17 Yunus Emre, age, s. 342. 18 Bk. Anonim, Vilayet-name Manakıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, nşr. Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1995, s. 16, 19. 19 Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-arifin, Farsça nşr. Tahsin Yazıcı, Ankara 1976, I, 381; Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, nşr. Ali Bey, İstanbul 1332/1914, s. 1, 204-205; Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, İstanbul 1996, s. 172-174. 20 Bk. Anonim, Vilayet-name, s. 103. 21 Mikail Bayram, “Baba İshak Harekatının Gerçek Sebebi ve Ahi Evren İle İlgisi”, Diyanet Dergisi, XVIII/2, Mart-Nisan 1979, s. 69-78; Ahmet Yaşar Ocak, “Babailik”, DİA, IV, 373-374. 22 Bk. Mikail Bayram, “Hacı Bektaş-ı Horasani Hakkında Bazı Yeni Kaynaklar ve Yeni Bilgiler”, Osmanlı, ed. Güler Eren, Ankara Yeni Türkiye Yay., 1999, VII, 51-56. 23 Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, İstanbul 1327-1330, II, 395-396. 24 Bk. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1993, s. 112. 25 Bk. Ahmet Yaşar Ocak, “Türkiye Selçukluları Döneminde ve Sonrasında Vefai Tarikatı Vefaiyye”, Belleten, LXX/257, Nisan 2006, s. 119-154. 26 Takıyyuddin Vasıti, Tiryaku’l-muhibbin, Mısır 1305, s. 47. 27 Bibliotheque Nationale de Paris, code 5291, vr. 243-270. 28 Bk. Kazeruni, Ahmed er-Rifai Menkıbeleri, s. 13-14. 29 Ahmet Yaşar Ocak, “Ebu’l-Vefa el-Bağdadi”, DİA, X, 347-348. 30 Bk. Haşim Şahin, “Vefaiyye”, DİA, XLII, 600-603. * Prof. Dr. Necdet TOSUN -TASAVVUF İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi Yıl 14 [Ocak-Haziran 2013] Sayı 31 Taptuk Emre’nin HayatıBektaşi şeyhlerinden olan Hazret, Yunus Emre Hazretlerinin demürşidir. Horasanlı olup Cengiz Han baskısı sıralarında Anadolu’ya gelmiştir. 1210 ile 1215 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin Emre ya da Tapduk Emre kesin olmamakla beraber 1200 ile 1300’lü yıllar arasında günümüzde Aksaray olarak adlandırılan İç Anadolu bölgesinde Hacı Bektaş-î Veli Mevlâna Celâleddin-î Rumî ile aynı çağda Hazretleri ile ilgili çok az bilgiye sahibiz ne yazık ki. Oysa Taptuk Emre, Yunus Emre Hazretlerinin mürşididir. Yunus Emre gibi bir yüce şahsiyeti yetiştirmiş, Onun manevi alemde büyük makam sahibi olmasını sağlamıştır. Büyük ihtimalle Yunus Emre kadar gelişen olmasa da, o başka aydınlatıcılar, gönül erenleri Hacı Bektaş Veli ile aynı çağda yaşamış ve o Ulu Hünkâr ile ilişkiler Emre’nin Hayatı Hacı Bektaş Veli Hazretleri İle MünasebetiRivayete göre Anadolu erenleri, Hacı Bektaş Veli’ye giderken Tapduk Emre’ye “haydi sen de bizimle gel”, dediler. Tapduk Emre, çok güçlü bir erdi. “Dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir er görmedik”, dedi ve Hacı Bektaş-ı Veli’ye gitmedi. Tapduk Emre’nin sözünü Hünkâr’a Sulucakarahöyük’te Kadıncık Ana’nın evine yerleşince, çeşitli bölgelerden gelen muhipler, müritler ıhtırılmaya başlandı. Bu arada Hünkâr, Saru İsmail’i gönderip Tapduk Emre’yi Sutan yanına gelince Hacı Bektaş, “siz, dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir kimse görmedik demişsiniz, siz o nasip veren elin bir nişanesi/işareti olduğunu da bilir misiniz?”, diye sordu. Emre, “o divanda bir yeşil perde vardı, onun ardından bir el çıktı, bize nasip verdi. O elin avucunda güzel, yeşil bir ben vardı, şimdi bile görsem tanırım”, üzerine Hacı Bektaş elini açtı. Emre, Hacı Bektaş’ın avucunda o güzelim yeşil beni görür görmez üç kez “Taptuk Hünkârım”, dedi. Bundan sonrada adı, Tapduk Emre kaldı. Tapduk Emre başındaki tacı çıkarıp Hünkâr’a teslim etti. Hünkâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp makamına Emre bir Anadolu erenidir. Ehlibeyt öğretisiyle onlarca derviş yetiştirmiştir. Bunlar arasında ünü günümüze kadar gelen ve düşünceleri ile bütün insanlığı kucaklayan Yunus Emre de mi, Buğday mı?Yine bir rivayete göre; Yunus isminde çiftçilikle geçinen çok fakir bir adam vardı. Bir sene kıtlık oldu. Daha da fakirleşen Yunus, bir çok kerametlerini duyduğu Hacı Bektaş-ı Veli’den yardım almak fikrine düştü. Sığırının üstüne bir miktar alıç yabani elma koyup dergaha geldi. Pirin ayağına yüz sürerek hediyesini verdi ve bir miktar buğday Bektaş-ı Veli ona lutf ile muamele ederek, bir kaç gün dergahta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar. O da “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi?” diye haber gönderdi. Gafil Yunus buğday istedi. Bunu duyan Pir “isterse o alıcın her tanesine nefes edeyim” dedi. Yunus buğdayda ısrar ediyordu. Hacı Bektaşî üçüncü kez haber gönderip “isterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim” tekrar buğday isteyince hatanın büyüklüğünü anlayıp pişman oldu. Derhal geri dönerek kusurunu itiraf etti. Ancak, Hacı Bektaş onun kilidini Taptuk Emre’ye verdiğini bu yüzden isterse ona gitmesini Emre Hazretleri’nin Tapduk Emre Dergahına GelişiBüyük bir fırsatı kaçıran Yunus o himmete kavuşmak için tam kırk yıl Taptuk Emre dergahında hizmet etti. İşte Yunus’u asırlardır gönül Sultanı yapan bu himmettir. Eli böğründe dönen Yunus yüzgeri gider Taptuk’un kapısına. Taptuk Emre’ye adeta kul olur. Yıllar yılı şeyhine odun taşır. Yıllar yılı ondan feyz alır. Ve elbette, olgunlaşır ve mürşidine taşıdığı odunların içinde hiç eğrisi bulunmaması Taptuk’un gözünden kaçmaz. Sonra Yunus’a odunluktaki odunları gösterir “A Yunus, der. Bakıyorum, dağdan kestiğin odunların hepsi kuru, hepsi düz. Meraklandım. Acaba ormanda hiç eğri odun yok mu?”Aşık Yunus gülümser. Tatlı tatlı, içten içe bir gülüş. Vereceği cevabı ne düşünmüş ne de hazırlamıştı. Öylece, dudaklarına geldiği gibi söyleyiverdi “Ormanda eğri odun var olmasına var amma, sizin dergahınızdan içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.”Şeyh Hazretlerinin mezarı, Ankara ili, Nallıhan ilçesi, Emrem Sultan Köyü’nde bulunmaktadır. Bununla birlikte Karaman ilinin şehir merkezinde bulunan Yunus Emre Camisi’nin bahçesinde Tapduk Emre’nin mezarı vardır. Ayrıca, Yunus Emre’nin de mezarı vardır. Bu sebeple, mezarların gerçek yeri belli olmamakla birlikte tarih araştırmacıları Karaman ve Eskişehir olasılığının yüksek olduğunu bakınız “Yunus Emre’nin Hayatı” başlıklı Emre’nin Hayatı Kaynak Yunus Emre Şiirleri Websitesi Eskişehir Valiliği Wikipedia Selam dostlar, konumuzda Hacı Bayram-ı Veli İbretlik Sözleri, Hacı Bayram Veli Sözleri kısaca, Hacı Bayram Veli Sözleri ve Şiirleri, Hacı Bayram Veli Duası, Mevlana Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli sözleri, Resimli sözleri Hacı Bayramı Veli sözleri, Hacı Bayram Veli’den altın sözler, Hacı Bayram Veli’nin eserleri, Hacı Bayram Veli Nasihatleri paylaşmaya çalışacağız. / Türkiye’nin Güzel sözler, ayetler, hadisler ve atasözleri platformu Hacı Bayram-ı Veli İbretlik Sözleri Bir olalım, iri olalım, diri olalım. Eline, beline, diline sahip ol İncinsen de incitme Her ne ararsan kendinde ara Oturduğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et! En büyük kerâmet çalışmaktır. Hiç bir günahı küçümsemeyiniz, boş durmayıp çalışınız. Çalışanları Allah sever. Boş gezenler zengin bile olsalar yoldaşları şeytan, kalpleri şeytana konaktır. Özünü bilirsen, özürden kurtulursun. Gel Ha Gel İnsan ol da Öyle gel..! Özünde ve sözünde temiz olmayanların, îmanı tam değildir. Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen, önce kendisi iyi olmalıdır. İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Çarşıda ve câmi avlusunda bir şey yemeyiniz. Yol ortasında durmayınız. Ticâret erbâbının dükkânlarında uzun müddet oturmayınız. Ezanla birlikte camide olunuz, cahiller sizden ilerde bulunmasın. İyi bilin ki; öfke, düşünceyi, iyi düşünmeyi daraltır. Sonunda insan yanılır. Akıllı insanın üç askeri vardır Sabır, utanmak ve kanaat. Sevgi ve acıma, insanlık; hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır. Bilmek istersen seni Kim bildi ef’alini Can içre ara canı Ol bildi sıfatını Geç canından bul anı Anda gördü zatını Sen seni bil sen seni Sen seni bil sen seni. Görünen sıfatındır Gayrı ne hacetindir. Anı gören zatındır Sen seni bil sen seni Bayram özüni bildi Bulan ol kendi oldu. Bileni anda buldu Sen seni bil sen seni. Başkalarından daha ihlaslı ve daha çok ibadet etmedikçe, başkalarından daha çok ihsanda bulunmadıkça rahat etmeyiniz. Bizi sevenlerin gönüllerinde biz oturur, dillerinde de biz konuşuruz. İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız. Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız. Onları sevindiriniz ki, Peygamber efendimizin emrini yerine getirmiş olasınız. Sevgi ve acıma, insanlık; hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır. Kibir bele bağlanan taş gibidir, onunla ne yüzülür, ne de uçulur. Hükümdar, ancak adaleti ile başarılı olur. Allahü teâlâya isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz. Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz. Oturduğun yeri pâk et, kazandığın lokmayı hak et. Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır. Mevki hırsı, koğu, gıybet, edebsizlik, hıyânet Hak’kı inkâr eder. Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalpleri şeytanın konağı olur. Küçük çocukları seviniz başlarını okşayıp onları sevindiriniz, bu Peygamberimizin emridir. Hacı Bayram-ı Veli İbretlik Sözleri Her daim nasihat ediniz. Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır. Avam ve zenginler arasında dini ve zaruri bilgiye dair sözlerden çekinin. Zira zenginliğe ve mala karşı zaafın var gibi anlaşılmasın. Kadınlarınızı okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez. Emaneti koruyunuz. Zira din de size emanettir, beden de. İlimde hukuki meselelerde sana teklif edilecek işler ancak kendine uygun olanları kabul etki sonuçta başka bir görüşü savunmak zorunda kalmayasın. İlmi ve bilgiyi yüce tutan kimse hiçbir zaman küçülmez, alçalmaz. Devlet büyükleriyle ilişkilerinizde ateşten faydalandığınız gibi olun. Uzakça durun, ısınacak kadar yaklaşın. İçi murdar kimseyi ne kadar dıştan yıkarsan arınmaz. İlim, hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır. Çok gülmeyiniz zira kalbiniz kararır. Sakin ve ağırbaşlı olunuz, yürürken başınız önde vakarlı bir şekilde yürüyünüz, aceleci olmayınız. Dili, dini, rengi ne olursa olsun; iyiler iyidir. İçi murdar kimseyi ne kadar dıştan yıkarsan arınmaz. Hakikatin ilk makamı, toprak olacağımızın bilinmesidir. Daima iyiyi, güzeli, doğruyu öğrenebilmek için okuyunuz, okutunuz. SEVGİ Varken, NEFRET Niye?! BARIŞ Varken, SAVAŞ Niye?! KARDEŞLİK Varken, DİDİŞMEK Niye?! DOSTLUK Varken, DÜŞMANLIK Niye?! HOŞGÖRÜ Varken, BAĞNAZLIK Niye?! ÖZGÜRLÜK Varken, TUTSAKLIK Niye?! ADALET Varken, HAKSIZLIK Niye?! Sessiz kalmak bir şey bilmediğin anlamına gelmez. Çok konuşmak da çok şey bildiğini göstermez. Aklın birinci koruması sabırdır. Aklın ikinci koruması utanmaktır. Aklın üçüncü koruması kanaattir. Edep elbisesini, sırtınızdan ölünceye kadar çıkartmayınız. Büyük düşman odur ki İlki nefsani istek ve arzulardır. İkinci kibir ve sapıklıktır. Üçüncü hilekarlık ve yalancılıktır. Nefis şeytanın vekilidir. Komutanları ise, kibir, haset, cimrilik, açgözlülük, öfke, kahkaha, ve maskaralıktır. Konuşurken gürleme, bağırıp çağırma, yüksek sesle bile konuşma. Allah’a isyan yolunda kimseye yardımcı olma. Adalet güzel ama Emir’de olursa daha güzeldir, cömertlik güzel ama zenginde olursa daha güzeldir, sabır güzel ama fakirde olursa daha güzeldir, tevbe güzel ama gençlerde olursa daha güzeldir, utanmak güzel ama hanımlarda olursa daha güzeldir. Bizim erkânımız; Muhammed’in ahlakı ve Ali’nin edebidir. En yüce servet, ilimdir. Hak’ka erişebilmek için, büyüklere ve doğrulara yaklaşın. Hakikatın ilk makamı, toprak olacağımızın bilinmesidir. Hamı pişiremezsen bari, pişmişi ham etme. Hacı Bayram-ı Veli İbretlik Sözleri Her ne arar isen, kendinde ara. Her nerede olursanız olunuz sizi Allah’ın gördüğünü unutmayınız. Allah’tan korkunuz, fenalıklardan sakınınız. Neresi seni dünyaya çekiyorsa, sana Allah’ı unutturuyorsa orası senin helakin için bir tuzaktır. Neresi seni Allah’a yöneltiyorsa, seni düşündürüyorsa orası cennete gitmen için bir duraktır. Emaneti koruyunuz. Zira, din de size emanettir, beden de. Her namazın sonunda size hoş gelen bir ibadeti adet edininiz. Örneğin ; birkaç istiğfar çekmek, bir sure yada ayet okumak, Allah’ı zikretmek…. Her ayın tek günlerinde veya en az birinde, on beşinde ve sonunda olmak üzere oruç tutmaya gayret ediniz. Sakın ölümü unutmayınız, her gece onu hatırlayınız, hesabınızı yapınız, olurki tevbe edince Hak’ta sizi affeder. Nefsinizi daima kontrol altında tutunuz. Düşünün, onu başı boş bırakmayın, zira her fırsatta sizi ateşe götürür. Sakın dünyalığın varsa ona güvenmeyiniz, yoksa çalışıp helalinden elde ediniz, kazandığından fakirlere cömertçe payını veriniz. Kimden ilim tahsil etmişsen O hocan için daima Allah’tan rahmet ve mağfiret dileyiniz. Başkalarından daha çok çalışıp çok ilim sahibi olunuz. Önce ilim tahsil ediniz, sonra helalinden para kazanıp evleniniz. İlmi bir konuyu özüne göre düşününüz, öyle karar veriniz, dıştan görünüşe bakıp yanılmayınız. Başkalarından daha ihlaslı ve daha çok ibadet etmedikçe, başkalarından daha çok ihsanda bulunmadıkça rahat etmeyiniz. Mezarlıkları sık sık ziyaret ediniz. Dünya gamından ve nefsin sıkıştırmasından kurtulursunuz. Çünkü nefsin tek korktuğu ve aldatamadığı yer mezarlıktır. Ölenin kendisi olacağını ve azabı tadacağını iyi bilir. Büyük zaatların kabirlerini ziyaret ediniz. Bu zahmetiniz O zaatların size şefaat etmesini sağlar. Bütün işlerde cimrilikten sakınınız. İnsanlığınızı koruyunuz. Güzel huylu ve merhametli halde olursanız olun dünyaya rağbeti azaltınız. Kötülükten uzaklaşınız. Oyun oynanan kumar oynanan gibi yerlere ve laubali konuşulan meclislere girmeyiniz. Aile arasında adaba dikkat ediniz. Ayıplarını gördüğünüz komşuyu kınamayınız. Sırlarını açıklamayınız. Çünkü gördüğünüz bu sır size emanettir, emanete hıyanet kötü ve çirkin bir fiildir. Dünya gamından kurtulmak isteyen kabristanlara gitsin. Alim ve velileri çokça ziyaret ediniz ki şefaatlerine kavuşasınız. Arkadaşlarınızın kusurları emanet gibidir. Onları sır gibi saklayınız. Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalpleri şeytanın konağı olur. Helâlinden kazanıp, ondan fakirlere cömertçe veriniz. Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız. Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz. Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşâ etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emânettir. Emânete hıyânet ise, çirkin bir harekettir. Âlim ve velîlerin kabirlerini ziyâret ediniz. Zîrâ o büyükler, kendilerini ziyâret edenlere şefâat ederler. Halk içinde Allah’ı çokça anınız. Bu durum maneviyatı yükseltir, katı kalpleri yumuşatır. Hacı Bayram-ı Veli İbretlik Sözleri konumuzdan sonra Meşhur kişiler ile ilgili diğer konularımıza da aşağıdaki linklerden kolaylıkla ulaşabilirsiniz… Semih YAŞAR Mevlana kısa ve anlamlı sözleri

mevlana yunus emre hacı bektaş veli sözleri